Buse Gülin
Birinin acısını anlamak, acısına saygı duymak, o acıyı iyileştirmek zorunda olduğumuz anlamına gelmiyor. Çok genel ve yerleşmiş bir yanılgıyı düzelterek başlamak istiyorum. Belki konuya çok keskin bir giriş oldu fakat yumuşak tonla ifade edebilecek bir argüman olmaktan fazlasıyla çıktığı kanısındayım.
Hepimiz, hayat yolculuğumuzda, bir sürü bağ oluşturuyoruz. Bunların sıfatları, nitelikleri, biçimleri, süreleri ve şekilleri farklı. Herkesi aynı yerden ama çeşitli kalıplarla seviyoruz çünkü çok yönlülük aslında sevginin doğasında var. Birini özel olarak konumlandırırken, diğerlerini daha masum bir format içerisinde önemsemeye devam ediyoruz. Hayatımız tek bir kişiyi değerli bularak, tekil bir yaşam sürdürmek üstüne odaklı değil fakat nedense son zamanlarda ilişkilerin içerisine bir “görev” algısı sıkıştırılıyor. Bize ait olmayan kırgınlıkları toparlamak ve bunları motive etmekle yükümlüymüşüz gibi oluşturulan “psikolojik bir baskı” var. Daha önceki yazılarımla çeliştiğimi düşünmeyin. Keza, daha önce yazdığım tüm yazılarımda, insanların yüklerini bölüşmekten, onları sevmekten ve onları koşulsuz desteklemekten bahsettim fakat bunu hiç bir zaman “zorunluluk” olarak ifade etmedim. Hiçbirimiz, diğerinin hayatını bir “görev” dahilinde, düzeltmek veya emekle iyileştirmekle yükümlü değiliz. Maalesef bu hususu, ısrarlı bir tonda dayatan bir çok insana denk gelir oldum.
“Beni dinlemek zorundasın, sorunlarıma çözüm bulmak zorundasın, benimle ilgilenmek senin işin, bana yardımcı olmak zaten senin sorumluluğun çünkü sen benim sevgilim/dostum/akrabamsın vb” cümle kalıpları tanıdık geliyor mu? Eminim geliyordur. İnsanlar bizi, onlarla kurduğumuz bağlarla sıkıştırarak, bizi aslında hiç sorumluluğumuz olmayan aksiyonları almaya itiyorlar ve bunu “sevmenin/ bağ yaratmanın doğası” olarak resmediyorlar. Sevmenin doğasında koşul/ gereklilik ve görev yoktur. İçtenlik, destek olmak, yardım etmek vardır ama bunlar gönüllülük esasında yürür. Hepimizin önceliği kendi hayatını devam ettirmek, kendi sürecini tamir etmektir. Birini sevdiğimiz için, hayatının yükünü “Gereklilik veya zorunluluk dahilinde üstlenmek” değil. Size böyle gelen insanlara dikkat etmeniz gerekir. Hayatınızı yanlış yönlendirmeye çalışıp, özverinizi farklı şekilde kullanmaya kalktıkları gerçeği maalesef tolere edilebilir düzeyde değil. Böyle yaklaşımlarda iyi niyet aramamak gerekiyor. Yineliyorum “maalesef” narsisizm çok değişik bir gerçekliktir. Hayatın her noktasından, tanıdığınız- tanımadığınız her insanın içinden bir anda çıkabilir. Bu yüzden dışarıya karşı sınırlarınızı korumanız, onları doğru şekillendirmeniz çok önem arz ediyor. Türü belirtilmemiş her sınır, suistimale çok açıktır. Sizin biçimlendirmediğiniz limitlerinizi, başkaları şekillendirmek için fazlasıyla talepkar olabilir ve bu sizi asla anlamadığınız sadece yoğunlukla “sizin verici olduğunuz” bir bağ türüne çakılı hale getirebilir.
Her bağın eşit bir alma- verme dengesi olmalıdır. Buradaki alma- verme dengesi çıkar odaklı değil ( Modern dünyanın aksine). Duygusal olarak, yapıcılık odaklı bir sistemden bahsediyorum. Sizin karşınızdaki kişiye verdiğiniz duygusal emek kadar, o da size vermeli ki sağlıklı bir şekilde evrilebildiğiniz bir bağınız olsun. Sadece sizin düşünceli olmak zorunda olduğunuz, sürekli sizin hassas olmaya itildiğiniz, her detayı önemsemek zorunda kaldığınız ama karşılığını asla göremediğiniz bir ilişki “duygusal istismar/ duygusal sömürülmedir.” Kendinizi bu tarz travmalardan uzak tutmak ise, kendinize olan yükümlülüğünüzdür. Kendinizi sorunlu ilişkilerden korumayı seçmiş olmanız suç değildir ama bilhassa kendinizi sakındığınız insanlar bunu size karşı kullanıp, size kendinizi kötü hissettirebilir hatta erdemlerinizi dahi sorgulamanıza sebep olacak şekilde duygu sömürüsüne başvurabilirler. Bir ilişkinin içerisinde fazlasıyla dram mevcutsa, dramın ortaya çıktığı noktaya özellikle odaklanmak gerekir. Manipülasyonun temeli, kişinin duygusal zaaflarına oynamaktır. Biri sizin zayıf yanınızdan üzerinize geliyorsa, orada bir bilinç var demektir ve çoğunlukla bu bilinç “tek taraflı kâr amacına” hizmet eder. Bahsettiğim şey sadece maddi değildir. Evet, kâr, maddi de olabilir manevi de ama karşınızdaki kişinin sizden ne almak istediği ve bunu kendi hayatında nasıl kullanmayı tasarladığı önemlidir. Dolayısıyla limitler veya sınırlar diyorum, hepsi önceden koyulmalılar. Biriyle ilk tanıştığınızda, masaya sipariş etmeniz gereken şeylerden biri de kendi limitleriniz olmalıdır. Limitlerinizi tanıtmalı, onları iyi açıklamalısınız. Bunları bilerek kalanlar sizin “doğru seçimleriniz” olmaya adaydırlar. Gerçekten doğru olup olmadıklarını ise, zamanla biriktirdiğiniz deneyimleriniz gösterecektir. Tabii, başından sizi onaylayıp, sonradan koyduğunuz sınırları ihlal etmek isteyenlerde olabilir çünkü bağlar derinleştikçe, insanlar cesaretlenir. Bağlılığın yükselttiği tolere eşiğinin varlığına güvenerek sizin sınırlarınıza saldırabilirler. Bu noktada, kendi duruşunuza ve karakterinize olan sadakatiniz çok önemlidir. Kendi hakkınızı savunmalı ve tavır değişikliğine giden bireyleri hayatınızdan saygı çerçevesi içerisinde uğurlamalısınız çünkü sınırlarınızı başından kabul edip sonradan delmeye çalışan insanların, masanıza ilk oturduğunda gösterdiği anlayış ve nezaket sahtedir demekten başka bir sonuç kalmaz geride. Bu yüzden diyorum “Deneyimler doğru tercihleri belirlemek üstüne birer profesördür.”
Önümüzde bir geçiş dönemi var. Ben yaz aylarını bir geçiş dönemi olarak görüyorum çünkü yaz mevsimi, yeni bağların en çok kurulduğu dönemdir. İnsanların mevsimin verdiği pozitif enerji ile makro veya mikro kararlar alması kaçınılmaz oluyor. Bu sebeple yaz ayı için tasarlanan medya içeriklerinin( reklamlar, bilboardlar, afişler) mesajları hep daha renkli ve çekicidir. Sizi açıkça ivme almaya motive ediyorlar. Uzun lafın kısası: Limitlerimize en fazla ihtiyacımız olan dönemin başındayız. Önümüzde kocaman bir yaz tatili ve içine gireceğimiz yeni çevreler ayrıca dahil olabileceğimiz çeşitli insan toplulukları var. Hayat ne getirir bilinmez ama siz limitlerinizi gittiğiniz her yere getirmeyi unutmayın.
Sevgiler