İlişki durumu: Tanıma kapalı

Buse GÜLİN

Bende aradığın nedir bilmiyorum.

Temkinliyim, sınırlarım keskin.

Sensiz olur da seninle olmaz.

Ben sadığım, sen değil.

“Limitsizliği” gırtlağım patlayana kadar savunurum ama bazı kalıplarına da hayranım dünyanın. Belirsizliği hiç sevmem mesela. İnsanın çizgileri silik olmamalı. Hangi yörüngeden bakarsanız bakın, muhatap aldığınız kişiyi aynı dik açıyla görmeli ve anlamalısınız. Bu yüzden “gri” rengine tepkim büyüktür, ton olarak da giymeyi pek tercih etmem. Gri daima bana insanların sorumluluğunu almaktan kaçtıkları her şeyin fırlatıldığı büyük şehir çöplüğü gibi gelir. Cevapsız kalan her şeyin hatta bilinçli cevapsız bırakılan her şeyin kökünü orada gömülü bulursunuz. Yani “Gri’nin içinde.”

Belirsizlik büyük bir kayboluştur aslında. Kolektif olarak, bu tarz açmazları “kaçış” şeklinde tanımlıyor olsak da; maalesef bu işin gerçekliğini maskeleyemiyor.

Kaçış bir irade meselesidir. Bilincin kabul ettiği ama insanın bir şekilde taşımak istemediği her türlü kalıbın çok da ahlaki yoldan olmayan bir çıkışıdır. Kayboluş ise, iradeden bağımsız şekillenir. İradenin dahi işlevini yitirdiği ve işlevsizliğin, iradenin kendisine hoyratlık sergilediği garip bir zıtlık oluşturur. Bu yüzden kaybolan insan mutsuzdur ve yorgundur. Her konuda tatminden uzak ve sevgiden yoksun kalır.

Belirsizlik her türlü keskin kararın hatta sözlü/yazılı iletişimde verilen cevapların katilidir. Belirsizlik, netliğin ölümcül düşmanıdır. Araları hiç düzelmez, hiç de orta yolu bulmak istemezler. Bu yüzden arada kalan ruhlar yani insanlar sayısız parçalara bölünürler çünkü belirsizliğin musallat olmayı sevdiği en büyük gözdesi “duygusallıktır.” Belirsizlik insan kalbini ele geçiremez ve bu sebeple insanın zihnine sızar ve düşünebilme kapasitesini kontrol altında tutar. Rasyonel bir yaklaşıma bürünerek birçok inceliği kalpten çalar ve insana ait her şeyi gri alana sürükler. İşte başta ilişkilerde ortaya çıkan “tanıma gerek var mı? akışta kalalım, bağımızın bir isminin olmasına gerek yok.” mantığı ve diğer bütün ucu açık bırakılan olguların hikâyesi tam burada başlar.

Zihin ve kalp meselesi derindir. Keza, tüm insanlık olarak, hayata “mantığıyla bakanlar ile kalbine göre yaşayanlar” sınıflandırmalarıyla farklı rotalardan baktığımızı es geçemem. Belirsizlik itemi ise, en başında, bir üst cümlede belirtilen farklılığın duvar dibinde sadece ufacık bir çiçek açmıştı ve günümüz dünyasına bakıldığında da, artık bir çiçekten değil hektarlara yayılmış ormanlardan bahsediyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse: belirsizlik bir tutum olmanın ötesinde, bir yaşam biçimi halini aldı ama belirsizlik bir yaşam biçimi olmaktan muaftır. Şehir çöplüklerinde değer arayışına çıkılmaz. Gri mutluluğun, uyumun ve sevginin rengi bu yüzden değildir.

Belirsizliğin bir tekinsizlik hali doğurduğu aşikâr çünkü belirsizliğin hayatın her noktasına kendisini adapte edebilen bir gücü ve otoritesi var. Daha önceki paragraflarımda ifade ettiğim gibi, belirsizlik zihne hitap eden ve orayı baskılayan bir soyut olgudur. Bu kalben istediklerinizin ve gitmek istediğiniz tüm yolların önünü geçici veya kalıcı olarak tıkar. Belirsizlik işin içerisindeyse, kulaklar kalbi duymaya çok açık olmaz çünkü belirsizlik size sayısız seçenek ve olasılık verir. İnsan limitli bir yaratımdır. Her olasılığa veya opsiyona aynı anda uygun olamaz. Bu yüzden karar verme aşamasından yoksun kalır ve sürekli bu eyleme zorlayan her şarttan uzakta yaşam sürer.

Kalp bu kadar zorlanırken, en büyük hasarı tabii ki duygusal ilişkiler alır. Aslında bir türlü kurulamayan öznel ilişkiler veya özel bağlar demek doğru olacaktır. Belirsizlik hali sizi kendi mahremiyetinizi dahi biçimlendirirken yorar, domine etmeye çalışır ve hür iradenizi cesur kararlar vermekten alıkoyar. “Bunun sonucu ne oluyor?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Sonuç “Akışta kalalım, bir tanıma ihtiyacımız yok, sana değer veriyorum, böyle güzeliz, bir ad bizi/aramızdaki bu şeyin büyüsünü bozar vb.” oluyor.

Son birkaç yıldır, duygusal ilişkilerde ortaya çıkan yoğun çabasızlığın, anlamsız kalmaya karşı duyulan sempatinin sebebi aslında budur. Belirsizlik sorumluluk alma güdüsünün önünü itinayla tıkadığı için, prensipleri ya da bireysel sınırları zaten var olmayan kişilerin konfor alanı haline geldi ve bu durum ağız dolusu savunmaya geçtikleri bir havaî ilişki kültürü oluşturuyor.

Kabul etmesi zor fakat belirsizlik ufak çabalarla gayet kontrol edilebilecek hatta ortadan tamamen kaldırılabilecek bir açıklık sunar. Bilincinin ve zihin yapısının hatta kendi özünün üstüne düşünmemiş, kendi derinine hiç inmemiş biri için belirsizliğin hegemonyası kaçınılmazdır. Belirsizlik itemi zihnin içerisinde var olan boşlukları doldurur. Peki ya kişinin zihinde hiç boşluk yoksa? – O zaman belirsizlik de yoktur.

Her bireyin zihin yapısını (düşünme biçimini, karar verirken nelere dikkat ettiği, nasıl karar verdiği, ne sürede verdiği vb.) iyi bilmesi ve kendisini iyi tanıması gerekiyor. Kendisinin farkında olan birey için, belirsizlik çok can sıkıcı bir sistem bozukluğu işlevindedir. Zarar veremez, ele geçiremez ve yine bilincini elinde tutan kişi tarafından daima yok edilir. İşin konunun özü ile bağlantılı olan kısmı bu bölümden başlıyor. Hadi kademe kademe inceleyelim.

İnsanın kendisini tanıması aslında bireysel bir yolculuktur. Kişinin kendi özüne olan merakının ve kendi felsefesini öğrenmeye olan tutkusunun sonucunda ortaya çıkar. Hayatta kendi yerini ve değerini belirlemek isteyen insan için belirsizlik kabul edilemez çünkü bu insanlar mantıklarını ayrıca kalplerini doğru orantıda kullanır, kendi komutlarını kendileri yaratırlar. Aslında yaşamak gibi kendini tanımak da insanın en temel sorumluluğudur. Belirsizlik öyle sinsi bir düşmandır ki, zaten kendi zihni ve hayatı üzerinde sorumluluk almaya niyeti olmayan insanları tanır sonra özellikle onları vurur. Kendine hâkim insanlarda ise, kısa vadeli kararsızlıklar meydana getirmeyi dener. Bir üst paragraflarda bahsini geçirdiğim kaybolma hali ve zihnin kalpten birçok erdemi çalması durumu sorumluluk olgusu olması gerektiği gibi oturmamış kişilerde ortaya çıkar. Bu düzlemde, ilişkilerinde net olan insanlardan değil de, sürekli akışta kalmak isteyen insanlardan olurlar çünkü insan kendisine ayna olabildiği kadar karşısındakine ayna olabilir. Kendi özünü bilmeyen, karşısındakine hiç ulaşamaz.

Belirsizliğin basit bir sorumluluk alma töreniyle ortadan kalkabileceğini biliyoruz. Sorumluluk almayan insanlarla kurulacak her iletişim biçimi tekinsizlik duygusu oluşturur. Yeterli güven ortamını size sağlayamadıkları için sürekli bir tereddüt ve şüphe hali yaratırlar. Kendi alanlarında dahi var olan hiçbir şeyin değeri ve ederinden emin olamazsınız. Genelde çoğu gelip geçicidir. Bu yüzden aslında sizden talepkâr olmayan ve iletişiminizin yönünü çizmeye yanaşmayan her bireyin, sorumluluk almaya gönlünün olmadığını kabul etmeniz gerekmektedir. Bu sizi yaşama ihtimaliniz olan her türlü hayal kırıklığı ve potansiyel incitilme ihtimalinden korur. Ayrıca kaybetme ihtimaliniz olan zamandan ciddi kâr etmenizi sağlar.

“Aramızdaki şeye bir ad koymaya gerek duymuyorum” ve türevi cümleler aslında ciddi yangın alarmlarıdır. Duygusal dönütü gerekli kılan değerli bir yapıyı “şey ya da benzeri yetersiz kelime kalıpları” ile tanımlamak dahi, aslında muhatap aldığınız kişinin zihin okumasını kolaylıkla yapmanızı sağlar. “İlişki” kelimesini dilinde var edemeyen herhangi bir bireyden, sürekliliği olan duygusal bağlılık talep etmek büyük yanılgı olacaktır. Bu noktada kişisel profiller ve hikâyeler tabii ki çeşitlilik gösterecektir fakat genel olay örgüsünde, karşınızdaki kişinin size açıkça “iletişimin tanımsız kalmasını” istediğini en başında dillendirmesi, direkt yoldan yaşayacağınız her şeyin ön izlemesini yapmanızı sağlar. Aslında genel açıdan kötü bir manzaraya bakıyor olsanız dahi, size sundukları dürüstlük böyle bir diyalogu başlatmak veya bitirmek konusunda size tercih hakkı tanımlar. Bazı durumlarda da bakmak istediğiniz manzaraya erişim hakkınız daima ötelenir. Diyalog halinde kalmayı denediğiniz ve iletişimi sevdiğiniz kişi, size asla kendi niyetini veya “belirsizliğe” olan talebini dile getirmez. Sorumluluk almaya karşı elverişsizliği, size yaşadıkça ve deneyimledikçe yüzünüze çarpan duvarlar halinde farkındalık kazandırır. Bu ciddi bir yıpranma hali türetir. Dolayısıyla, böyle bir sahnede dürüstçe ifade edilmiş “sorumluluğa elverişsizlik hali” ister istemez takdir edilecek bir davranış biçimine evrilir. Ayrıca bu kötünün içerisinde iyiyi bulma arayışı olarak da tanımlanabilir. Böylesine yıkıcı seçenekler içerisinde, sırf bir üst cümlede yer alan, “açıkça ifade edilmiş sorumsuzluğa” tutunarak, bu insanlarla kalmayı seçmemelisiniz çünkü her iki seçenekte de aslında finaliniz aynı olacaktır. Dürüst bir sorumsuzluk, gizli olandan iyi değildir. İkisi de sorumsuzluktur. Sorumsuzluk hiçbir zaman iyi olamaz veya iyi sıfatının yanında duramaz.

Bu yazımın özetle sağlamaya çalıştığı veri aslında “akışta kalmak isteyen veya ilişkilere isim koymaktan kaçan” insanların cool, iradeli ve mantıklı olarak konumlandırılmaması gerektiğidir. Bu davranışın kökeni olumlu bir insan karakteristiğine bağlanamaz ve yine pozitif-faydacı bir tutum ile açıklanamaz. Bu tarz bir duruşun arka planında bir patoloji (travma) var ise, çözüme kavuşması için terapi gerekir. Aksi durumda, sorumluluk almaktan kasıtlı kaçan insanları belirli sebepler dahilinde normalleştirmek veya onların davranışlarına sürekli içinizi rahat ettirecek uygun nedenler bulmak sadece gerçekle yüzleşme sürecinizi uzatır ve incitilme şansınızı ve oranınızı büyütür.

İlişkiler söz konusu olduğunda, “tanıma kapalı olmak” insanların sorumluluk konusunda ne kadar istekli olduğunu anında anlayabilmenizi sağlayan bir anahtar görevi görür. Bu size kolay yoldan çıkarım yapmanızı sağlayacak en büyük hamledir aslında. Bu hamleyi gördüğünüz, sezdiğiniz veya fark ettiğiniz anda, kendi ruh durumunuza en iyi gelecek davranışı sergilemeniz yani iletişimi saygı ile sonlandırmanız gerekir çünkü ruh yaralanmasının tedavi süreci bazen bir ömür alabilir. Oysaki, hayat güzel duygularla yaşamak için verildi. Yıkımla sonuçlandırmaya gerek olduğu kanaatinde değilim.

Yazımı bitirmeden tekrar yinelemek istiyorum ki “İlişkilerde belirsizlik” bir duygusal ilişki biçimi, kültür türü veya faydacı/iyileştirici bir tutum değildir. Sorumluluk almak istemeyen bireyleri, sevgi dolu olmakla konumlandırıp, buna inanmak sadece sizde bireysel hasarlar yaratır. İnsanları olduğu gibi görmeli, anlamalı ve risk alacaksak da, gerçek benliklerini görüp bunları kabul ederek almalıyız. Uğruna savaş açtığınız şey kafanızın içerisinde kurduğunuz bir vizyon ise, aldığınız zaferin hazzı küçülür. Tüm gerçekliğini kabullenerek girdiğiniz savaşlar ise, ölümcül yaralarınıza rağmen sizi gururunuza sarılarak hayatta tutmayı başarır.

Sevgi bir erdemdir,

Sadakat koşul,

Sorumluluk ise temel bir insani gereklilik.

Üçünün birleşimi müthiş bir müttefiklik doğurur ve bence “hayat arkadaşının” tanımı da budur.

Sevgilerimle…