Kemal ASLAN
Eylül’ün ilk haftasının son iki günüyle; ikinci haftasının ilk üç günü Diyarbakır’daydım. “Barış süreci”, ya da “terörsüz Türkiye” konusunda yavaş adımlar atılsa da bölgede belirgin düzeyde geçen yıla göre daha baskısız bir ortam olduğu görülebiliyor. Geçen yıl önemli kavşaklarda polis araçları ve kontrol noktalarında polisler varken şimdi neredeyse polis yok gibi. Bu bölge halkı tarafından da sürecin olumlu yansıması olarak değerlendiriliyor. Eskiden neredeyse iki adımda bir GBT (Genel Bilgi Toplama) sistemi çerçevesinde kontroller yapılırdı. Büyükşehirlerde hâlâ yapılıyor. Yüz taramalı GBT sistemi henüz yaygın olmadığından elli adım sonra yeniden GBT yapılmasına maruz kalabiliyorsunuz. Hâlbuki kameralı tarama olsa arşivlerde az önce tarama yapıldığı bilgisi sistemde yer alacağından ikinci kez kimlik kontrolü yapılmasına gerek kalmayacak. Teknolojik devlet olmamıza daha var.
6 Şubat 2023’te Diyarbakır’da yıkılan yerlerle ilgili bir gelişme yok. 89 kişinin öldüğü, on kişinin yaralandığı Galeria Sitesi’nde molozlar kaldırılmış ama herhangi bir faaliyet yok. En azından depremi hatırlatması ve yaşananların unutulmaması için Bir Bellek Müzesi kurulabilir.
Gündüz saatlerinde trafikte yoğunluk vardı. Neredeyse İstanbul’a benzettim. Eskiden yani 1980’lerde Ofis semtinden Dağkapı’ya yirmi dakikada yürüyerek giderdik. Trafik de pek sıkışık olmazdı. Yaşadığım bu durum beni şaşırttı. Meğer asfaltlama çalışmaları yapılıyormuş ondan trafik sıkışıkmış. Belediyenin bu konuda yeterli planlama yapmadığı anlaşılıyor. Sadece o konuda değil geceleri dolaştığımız parklarda da çalışmalar olduğundan o mekânları yeterince verimli kullanmak mümkün olmuyor. Nedense belediye ihaleyi bu ay içinde vermiş. Hâlbuki geceleri Diyarbakır yeni yeni serin oluyor. Gündüz 40 dereceleri aşan sıcaklık 20 dereceye kadar düşüyor. İnsanlar aileleriyle parklarda serin bir ortamda oturmayı tercih ediyor. Bu konuda yeni bir kültür de oluşmuş durumda. Termoslarını, çay bardaklarını, portatif masa ve sandalyelerini alanlar aileleriyle birlikte parka gelip oturuyorlar. 9 Eylül’den itibaren hava geceleri serinlemeye başlamıştı. Haklı olarak bunun tadını çıkarmak isteyenler vardı. Ama parkların yeniden düzenlenmesi nedeniyle bazı aileler bu olanaktan mahrum kaldı. Belediye belki çok önceden ihaleye vermişti buraları. Burası Türkiye belli mi olur bir gece erkenden belediyeye de bir kayyum atanabilir. Ya da tam tersi sabah erken saatte. O nedenle işleri hemen ihale vermek gibi bir seçenek gündeme gelmiş olabilir. Bu konuda bazı vatandaşlar da böyle düşünüyor. Ancak parkların kent içinde aileler açısından yeni toplanma, buluşma, konuşma alanı olarak öne çıkması yeni bir kültürel olanak olarak değerlendirilebilir. Bu, artık geceleri sokağa çıkmak için gerekli koşulların olduğu anlamına da geliyor. Terörden uzak, silahların sustuğu bir ortamın yarattığı güvence geceleri park ortamlarında da kendini gösteriyor. Sadece aileler değil genç sevgililer de vardı kuytu köşelerde, gözlerden ırak biçimde. Eskiye göre şimdi en azından öngörülmeye çalışılan bir olasılığın gündemde olması bölgede umut yaratmış durumda. Artık, insanlar sevda sözcüklerin sakınımsız kullanılabilir. Tetikte olmaya gerek yok. Parklarda çalışmalar devam ettiğinden mi yeterince aydınlatma yoktu? Yoksa eskiden de mi öyleydi. İkincisi geçerli ise belediye aydınlatmalı buraları. Ama gözden ırak sohbet etmeyi tercih edecekler için de loş mahrem alanlar olmalı. Sevenler yüreklerindeki sevdayı dile gelmeli böyle yerlerde.

Alış-veriş merkezlerinde yoğunluk vardı. Belki insanların çoğu kredi kartlarıyla gelecek zamanda ödemek üzere alış-veriş yapıyorlar ama şehirde alış-veriş merkezleri büyük şehirlerde olduğu gibi kalabalıktı. Yerli ve yabancı turistler de çoktu. Özellikle eski Diyarbakır olarak adlandırılan tarihi surların olduğu bölgede Hasan Paşa Hanı’nda Japon, Alman turistler dikkatimi çekti. Yeme-içme mekânları da doluydu. Örneğin kahvaltıcı Edip’te erken gitmemize rağmen 15 dakika bekledik. Gerçi o, mağaza zinciri açmayı tercih edenlerden değil. Her zaman kalitesini korumaya çalışıyor. Bazı dükkânlar kapanmış, işyerleri el değiştirmiş. Bazı yeme-içme işi yapan esnaf dışındakiler ekonomik gelişmeden rahatsızlar. Eskiden krizin bir ya da iki yıl sürdüğünü sonra yeniden ekonominin canlandığını ifade ettiler. Ancak şimdi üç yıldır ekonominin geleceğinin ne olacağı öngörmenin imkânsız olduğu görüşünde olanlar çok. Üstelik bazıları “sattığımız malı, sattığımız fiyattan daha pahalıya alıyoruz. Fiyatlara yetişmek mümkün değil” dedi. Fiyat artışı, gelir düşüşü, enflasyon, işsizlik yani ekonomi burada da en öncelikli konular arasında. Geleceğe dair durumun değişebileceği yönünde de bir kanaatin oluştuğu da pek söylenemez.
Son bir yıldır bölgede Arap kültürünün etkisiyle künefeye yeni bir rakip çıkmış: Lübnan Künefe. Geçen yıl geldiğimde görmemiştim. Daha ucuz olduğundan tercih ediliyor. Ama Diyarbakır’ın künefesi ve burma kadayıfı ile damak zevki olarak şimdilik rekabet edemez. Fiyatlar nedeniyle belki yıllar içinde bunların yerini alır mı? Ekonomideki gibi “kötü para, iyi parayı kovar mı?” Emin değilim. Çünkü bölge halkı damak zevkine oldukça düşkündür. Ama Lübnan künefe de rekabet ortamına girmiş durumda.

Gençler kafe tarzı mekânları tercih ediyorlar. Burada kadınların bir grup halinde böyle yanlarında erkekler olmadan böyle yerleri tercih etmeleri dikkatimi çekti. Az sayıda erkek de masalarda sohbet ediyor. Geç saatlere kadar başı açık ya da kapalı kadınların mekânlarda oturduğuna şahit oldum. Bu şehirde mikro ilişkilerin de giderek önem kazandığını, görünür olduğunu gösteriyor. Eski şehir yani tarihi Sur içinde bu tür mekanlar saat 22.00’ye doğru kapanıyor: Dicle kent çevresindeki yeni mekanlar ise 02.00’ye kadar açık kalabiliyor.
Geçen yıl gittiğim mekânlarda daha çok Kürtçe şarkılar çalarken; bu yıl Türkçe şarkıların ağırlıkta olduğu dikkatimi çekti. Kürt hareketinden insanların sahip olduğu mekânlarda da sevilen Türkçe şarkılar daha çok dinleniyor. Tanıştığım gençlerden çoğu Kürtçe bilmiyordu, üstelik akıcı biçimde Türkçe konuşuyordu. Bazı esnaflarla sohbetlerimde de “çocuklarımız maalesef Kürtçe bilmiyor, Oysa annemiz, babamız dilimizi unutmayalım diye bizimle evde Kürtçe konuşurdu. Bunlar konuşmuyorlar” dedi. Üstelik “Kürtçe yazılan eserlere de ilginin az olduğu, çünkü yazı diline aktarılan Kürtçeyi çoğunluğun bilmediği” ifade edildi. “Yazı dilindeki Kürtçenin akademik kaldığı, geniş halk kitlelerine ulaşamadığı” dile getirildi. Görüştüğüm bazı esnaf, “gençlerin çoğunluğunun kültürel asimilasyon yaşadıklarını ancak bunun farkında olmadıklarını” söylediler.

Bölgede son yıllarda bir toplumsal dönüşüm yaşandığı gerçek. Kent 45 yıl öncesine göre, oldukça genişlemiş durumda. Eski ruhunu da kaybetmiş. Peş peşe yapılan siteler, yeni yaşam alışkanlıkları yaratmış. Bunların uzun vadede gündelik yaşama, siyasal ortama etkisi nasıl yansıyacak? Bunu zaman gösterecek. Ancak görünen o ki kentin kendine has dinamikleri yeniden ortaya çıkıyor, bu uzun vadede öngörülemeyen sonuçlara yol açabilir.