Annelik üzerine: Annelik nedir?

Buse GÜLİN

Gücüm ruhumdan temellenir,

Kayıtsızlığın beni yıkamaz

Bir gün bende büyüyeceğim

O zaman kozlarımız paylaşılacak.

“Anne” kelimesi birçok dilde farklı yazılsa da, duygusal manada hep aynı çıkarımları temsil eder. Anneliğe yerleştirilen bir sürü sıfat, atanan bir sürü görev vardır fakat bunların hepsi hissel açıdan bir tamamlanmış olma halinin ürünüdür. Annelik bu yüzden çok yönlü bir tanımlamadır. Kadınların biyolojik olarak doğurganlığa elverişli olmasının ötesinde bir argümana hizmet eder bu tanım. “Anne olmak” insani kapasitenin müthiş derecede zorlanmasıdır. Duygusal ve biyolojik bir bütün olma hali gerektirir. Rasyonel kalabilmekle duygusal olabilmek arasındaki çizgide dik durabilmeyi zorunlu kılar. Dengenin kaybolması, çocuğun var olduğu düzlemdeki tüm sistemi bozar.

Annelik söz konusu olduğunda, ipin ucunun hiç kaçmaması gerekir. Bir kadının doğurganlığa elverişli olması, anne olabileceği anlamına sadece anatomik açıdan gelir, fakat annelik biyolojik desteğin ötesinde, duygusal açıdan dolu olmayı ve psikolojik açıdan da beton gibi sağlam olmayı gerektirir. Biyolojik açıdan sorunsuz işleyen bir sisteme sahip olmak, duygusal doluluğunuz olmadığı müddetçe kocaman bir kayıptır. Yani anne olmak için sadece jinekolojik açıdan sağlıklı olmak yetmez, anne olmayı gerçekten istemek ve buna hazırda olmak gerekir.

Anne olmayı istemeden, buna içsel olarak hazır olmadan veya bu duygusallığa sahip olmadan başlayan hamilelik, dünyaya gelecek çocuğun ömür boyu içinde hapis kalacağı hücre haline gelir. Materyalist pencereden bakıldığında, çocuğun hayatta kalmasını sağlayacak ihtiyaçlar sağlandığı sürece, bir büyümenin gerçekleştiği yadsınamaz fakat bu sadece çocuğun fiziksel fonksiyonlarının sağlıklı kalmasını sağlar. Asıl annelik çoçuğu duygusal olarak işleyebilmektir, çocuğa bir karakter verebilmek, görgü- adap kurallarını olabildiğince hatasız geçirebilmektir. Doğru edinilmemiş güdüler, oturmamış ebeveynlik hissiyatı bunu nasıl sağlayabilir? Bu noktada çocuğa nasıl bir hayat sunduğunuzun önemi yoktur. Yaşamını genel olarak büyük bir refahın ya da derin bir sefaletin içinde biçimlendirseniz de, çocuk için anlamlı olmaktan uzaktır çünküanlamıöğreten bir anne o evde yoktur.

Doğuran mı? Büyüten mi?

Seven mi? Doyuran mı?

Sadece finanse eden mi? Maddi/ Manevi olarak daima arkasında duran mı?

Yukarıda var olan ikilemlerin üzerine tekrar düşünmek gerekiyor. Çocuğun hayatta kalmasını sağlayacak bakımı yapmak iyi bir annelik yapıldığı anlamına gelir mi? – Bence hayır. İlk paragrafta söylediğim gibi, annelik bir denge işidir. Annenin hem zihinsel hem de duygusal açıdan hazır olması gerekir. Çocuğuna sevgi veya herhangi bir tonda pozitif duygu vermeyen annenin, annelik vasfı sorgulanmaya yasal olarak da açıktır. Dolayısıyla çocuğunuza sadece iyi maddi şartlar tanımlamakta “harika annelik” sıfatına girmemektedir. Çocuğunuzu sevmek ve sevildiğini hissettirmek ayrıca çocuğa herhangi birini nasıl seveceğini öğretmek gerekir. Bu süreç hem çocukta sağlıklı bir güven bağının oturmasını sağlar hem de çocuğa duygusal ilişkilerde, karşı cinse nasıl davranılması gerektiğini dingin tonda kazandıran, en belirli tutumlardan biri haline gelir. Kısaca sevgisiz bir çocuk, herkes için kocaman bir kayboluştur.

Annelik patolojisi üzerine konuşurken, diğer örnekleri de es geçmemek gerekiyor. Çocuğuna ilgi/sevgi göstermeyen annenin dışında, Narsistlik kişilik bozukluğu, Duygu & Durum bozuklukları veya diğer psikolojik problemler sebebiyle çocuğunu sürekli “mükemmel veya aşırı başarılı olmaya” zorlayan anne profilleriyle de karşılaşıyoruz. Çocuğuna verdiği sevgiyi veya gösterdiği saygıyı, çocuğunun sahip olduğu başarılarla doğru orantılı tutan ve çocuğunu yıkıcı şekilde dahi olsa, sürekli en başarılı olma konusunda istismar eden annelerin varlığı yadsınamaz. Bu anne örneklemeleri maalesef ki her toplumda fazlasıyla mevcutlar.

Zararlı biçimde egoist ve kariyeri konusunda aşırı saplantılı insanların arka planında genellikle onları hayat boyu zorlamış bir ebeveyn yer alıyor. Sürekli bu konuda baskılanarak yetiştirildikleri için, hayata devam etmenin ve hayatta kalmanın en büyük amacının sadece başarılı veya mükemmel olmakla ilişkilendirildiği illüzyonuna kapıldıkları çıktısını atlamamak gerekiyor. Bilhassa bu kategoride bulunan insanlar, annelerinden saygıyı ve sevgiyi sadece başarılı olduklarında aldıkları için, hayatlarına girecek her insanın da onlarla başarılı oldukları sürece kalacağına inanıyorlar. Bu yüzden kariyerlerinden tutun, dış görünümlerine kadar her konuda mükemmel olmaya daima insan üstü bir çaba harcıyorlar ve herkesle sürekli yarış halinde kalıyorlar. Tabii ki bu çaba kısa zamanda çökmelerine ve derin depresyonlara girmelerine sebep oluyor. Harika özgeçmişlere veya büyük statülere sahip olmaları, yaşadıkları istismarın izlerini yok edemiyor. Bazıları hayat rutinleri içerisinde, farklı sebeplerle terapi almaya başladıklarında veya bağımsız bir şekilde okudukları dokümanlar arayıcılıyla anneleriyle yaşadıkları tüm bu sürecin aslında “duygusal istismar” olduğunu öğrenme şansına erişebiliyorlar. Davranışlarında ve ruh hallerinde yapıcı değişim o noktadan sonra gelen farkındalıkla başlayabiliyor.

Sahip olamadığı geleceğe çocukları üzerinden sahip olmayı hedeflemiş ebeveyn modellemeleri çok zordur. Bu tarz ebeveynler ama özellikle anne figürleri geçmişte yapamadıkları her şeyi çocuklarına yükler ve onlardan yapmasını beklerler. Bu süreç bir emir- itaat döngüsüdür. Çocuğa bir “to do list” verilir ve çocuğun yerine getirmesi beklenir. Diğer değişle söylemek gerekirse, annenin kafasında çocuklarının en başından itibaren seçecekleri meslek, gidecekleri okullar, katılacakları sosyal aktiviteler dahil olmak üzere her rutinleri zaten belirlidir. Çocuk ise, hepsini sadece uygulayıcı konumda yer alır. Bu belirlenmiş rutinler çocuğun ne itirazına ne değişim talebine açık değildir.

Dünyanın başarı konusunda en takıntılı insanlarına bakın (geçmişlerinde onları çok başarılı olmaya itecek farklı dış kırılmalar mevcut değilse), mutlaka ailelerinde bu algının oturmasını sağlayacak bir obsesif- mükemmeliyetçi otorite ya da sistematik bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi dışarıya karşı gizli tutulabilir. Unutmamak gerekir ki, hiç bir ebeveyn dış perspektiften tüm gerçekliğini olduğu gibi yansıtmaz. İnsanlık tarihi bize gösteriyor ki, dünyanın en büyük istismarcıları fazlasıyla zarif, görgülü, sevecen veya elit görünenleridir.

Maalesef ki annelik patolojisi söz konusu olduğunda, daha da ileri boyutlarda vuku bulan vakalar var. Çocuğunu açıktan açığa aşağılayan, doğmasını istemediğini söyleyen(bu noktada tıbbi korunma yöntemlerinden faydalanılabileceği asla atlanmamalıdır. Yani istenmeyen hamilelik zaten engellenebilir. Bu partnerlerin sorumluğundadır) hatta varlığından rahatsız olduğunu dahi söyleyebilecek sınırda bulunan anne profillerimizden bahsediyorum. Bu noktada bulunan ebeveynlerin mutlaka psikolojik destek alması gerektiğini atlamamak gerekiyor. Böylesine limit aşımına sahip olan bir anne, bu yaklaşımın bir anormalite olduğunu kabul etmeli ve mutlaka düzeltmek üzerine çaba harcamalıdır. Bu versiyonda bir annenin var olduğu evden, sağlıklı bir çocuk profili çıkmaz. Dünya suç tarihine baktığınız zaman, toplumun genel huzuruna mâl olmuş ve çok uzun süreler boyunca aranmış sayısız suçlunun, istismarcı bir ebeveyni olduğunu görebilirsiniz. İstismar insanda çiçek açtırmaz. Var olan tüm seralarınızı kurutur. Üstüne ormanlarınız yanar, yapraklarınız dökülür. Uzun vadeli ve düzenli istismar insanın içindeki bütün iyiliği tüketir ve yeni, kötülüğe ait bir form yaratır. Bu da genellikle topluma sızmış, şiddete meyilli, takıntılı, red edilmeyi kabul etmeyen, başarısızlığı kabul etmeyen insan figürleri anlamına gelir. Tabii, bu gerçeklik toplumdaki suç oranlarıyla direkt olarak bağlantılıdır. Evde başlayan istismarlar, uzun vadede toplumun sosyal düzenine saldıracak sayısız tehdit unsuru yaratır. Unutmamak gerekir: Sayısız istismar = Sayısız suçlu potansiyeli demektir.

Bu yüzden anne olmak biyolojik sağlıkla alakalı bir süreç değildir. Biyolojik veya anatomik kısmı sadece kadının üremeye elverişli olup olmadığı gerçekliğini kapsar. Asıl annelik, çocuk rahimden çıktıktan sonraki süreçte fonksiyonunu başlatan bir eylemdir. Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, ona nasıl davranacağınız, hangi duyguyu yükleyeceğiniz ve nasıl yetiştireceğiniz gerçek anneliğin tanımıdır. Annelik aslında bir görevdir. Dünyaya getirdiğiniz canlının her anlamda rehberi olursunuz. Sizden gördüğü, aldığı, duyduğu her şeyi kendisine ve hayatına katarak yetişen bir biyolojik organizmadan bahsediyoruz. Bir çok açıdan, ebeveynlerin davranışlarının telafisi yoktur çünkü karşımızdaki biyolojik organizmanın bir bellek kapasitesi vardır ve bellek(bilinçaltı) çoğu zaman kaydettiği hiçbir şeyi unutmaz. Bu noktada davranışlar ve davranışların ortaya çıkarttığı duygu durumları çocuğun ruhani değişimlerinde çok büyük önem taşır. Oysaki çocuk doğru yetiştirildiğinde, dünyadaki en büyük evrimleri başlatacak düzeyde donanımlı bir yaratım haline gelebilir. Tabii tam aksine, herkesi tehdit eden, bir suçlu da olabilir. Bunu belirleyecek taraf maalesef çocuğun içine doğduğu evdir. Bu yüzden anne olmak için anatomik elverişlilik yeterli değildir. Annelik duygusu başta olmak üzere, diğer duygusal yetkinliklerin tamamına da sahip olmak gerekir. Duygusal olarak tam değilseniz, biyolojik olarak başlattığınız annelik sürecinin bir anlamı yoktur. Bu yüzden duygusal olarak yeterli ve hazırsanız, çocuk sahibi olmayı denemek bir avantajdır.  Sizden olması muhtemel bir parçaya verebileceğiniz sevgi ve ayırabileceğiniz zaman yoksa, hamilelik konusunun rafa kalkması daha sağlıklı bir seçimdir. Sevgisiz büyümüş bir çocuk, kötü motivasyona sahip, ciddi bir düzen bozucu olabilir ve sevgisizliğinin travmasını çevresine hasar vererek gidermeyi deneyebilir. Bu yüzden, “herkesin ebeveyn olmak zorunda olmadığı” düşüncesini savunduğumu dile getirmek istiyorum. Herkes bu sorumluluğu almak istemeyebilir veya doğru taşıyamayabilir. Çevrenin veya partnerin baskısı ile bir hamilelik başlatmak( hazır olmadığınız halde) annenin de psikoz geçirmesine ve uzun vadeli travmalar geliştirmesine sebep olabilir. Bahsedilen kompleks döngü, metin içerisinde şu ana kadar hakkında yazdığım bütün duygu ve davranış bozukluklarının annede ortaya çıkmasını sağlayabilir ve hem anneyi hem de çocuğu “kurban” haline getirebilir. Bu yüzden partnerlerin/ eşlerin bu sürece girmeden, birbirlerinden ve kendilerinden emin olmaları gerekmektedir fakat kadının bu süreçteki içsel yolculuğu daha önemlidir. Çocuğun fiziksel olarak tüm sürecini yönetecek anatomi kadında var olduğu için, annenin çocuk isteyip istemediğine gerçekten emin olması çok büyük önem arz etmektedir.

Doğan her çocuk, dünyanın geleceğinin sıfırdan başladığı noktadır. Geleceği biçimlendirecek insanları bugün pusetlerde taşıyoruz. Çocuklarımızı doğru sevmeli, onlara doğru davranmalı, ebeveynler olarak arkalarında durmayı öğrenmeliyiz. Yıkıcı tutumlar için psikolojik destek almaktan kaçınmamalı, çocuklarınızla aranızda var olan sorunlu geçmişi onarmayı red etmemelisiniz. Nefes aldığınız sürece hayatı neresinden değiştirirseniz, oradan kazanırsınız.

Söylemeden geçmek istemiyorum, böyle deneyimlere sahip fakat ebeveynlerini kaybetmiş herkes için de hâlâ şans var. Geçmişi kabullenip, bağışlayarak, tüm davranış biçimlerinizi hatta dünyaya bakışınızı değiştirebilirsiniz. İnsan zihni irade sergilendiği takdirde her motivasyona adaptasyon sağlar. Daha önceki yazılarımda da söylemiştim içine doğduğunuz ev olmak zorunda değilsiniz. O evden tüm gücüyle sağ çıkan bir süper kahraman da olabilirsiniz. Seçim sizin.

Sevgi her zaman, her şeyi değiştirir.

Sevgi bir evrimdir.