Mağazada tezgahtar, markette kasiyer olmak için okuyan gençlik!

Engin BAŞCI

Mezun ettiğimiz bir öğrencimizi bir pastanede kasiyer olarak görünce çocuğun yüzündeki ifadeyi hiç unutamıyorum.

Özellikle de dudaklarından dökülen “hocam geçici bir süre için burada çalışıyorum” sözlerini…

İletişim Fakültesi’nde gazeteci olmak için okumuştu.

Başarılıydı da.

Ama  eğitimini aldığı meslekte çalışamamak, iş bulamamak onun da kaderi olmuştu.

Onun da kaderi diyorum, çünkü aynı durumda yüz binlerce üniversite mezunu genç var.

Eğitimini aldığı mesleği yapmak isteyen, o yüzden düşük ücretlerle ilgisiz bir işte çalışmak istemeyen gençler evde oturuyor.

Ailesinden aldığı harçlıkla hayatlarını sürdürüyorlar.

Onlara “ev genci” deniliyor.

Bu sorun artık yeni gerçekliğimiz oldu.

Çünkü Türkiye’de ev gençlerinin sayısı da giderek artıyor.

Araştırmalara göre “ev genci” olarak adlandırılan, yani ne eğitim alan ne çalışan genç sayısı yaklaşık 3,5-4 milyon civarında

TÜİK’in 2024 verilerine göre de gençlerin 22,9’u ev genci.

Bu ciddi sorun kanserli bir hücre gibi hızla yayılıyor.

Çünkü her yıl diplomalı işsizlere yeni işsizler ordusu katılıyor.

Ekonomik kriz ve işsizlik sorunu gençlerin gelecek beklentilerini ve umutlarını da köreltiyor.

O yüzden büyük bir kısmı geleceklerini yurt dışına gitmekte görüyor.

Gidebilen de gidiyor zaten.

Gençlerin gelecek kaygısı  üniversite eğitiminden de beklentilerini azaltıyor.

İş bulamama endişesi ve ekonomik kriz onları giderek eğitimden uzaklaştırıyor.

Vakıf üniversitelerindeki manzara bu gerçekliğin göstergesi.

Bu yıl Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) yerleştirme sonuçlarına göre devlet üniversiteleri neredeyse tamamen dolarken vakıf üniversitelerinin dolum oranı yüzde 76’da kaldı. Geçen yıl bu oran vakıf üniversitelerinde yüzde 91’di.

Bazı vakıf üniversiteleri ise yüzde 50’lik dolum oranı dahi göremedi.

Hukuk, mühendislik ve öğretmenlik bölümlerinde çok sayıda kontenjan boş kaldı. Bazı üniversitelerin bazı bölümlerine yerleşen öğrenci bile olmadı.

Son iki yılda ekonomik nedenlerden dolayı kayıtlarını donduran, 4 yıllık bir üniversiteyi 2 yılda bitirmek isteyen, ön lisans diploması alarak daha fazla para ödemek istemeyen öğrenci sayısı da giderek artıyor.

Bunda okul ücretlerindeki artışın etkisi var. Buna yeme, içme ve barınma gibi unsurlar da eklenince eğitim maliyeti çoğu ailenin bütçesini aşıyor. Ekonomik krizin neden olduğu bir sonuç bu.

Bu yıl ilk kez bu kadar net bir şekilde görüldü…

“İş bulamayacaksak neden okuyalım sorusu?” da ekonomik krizin neden olduğu parasızlık kadar onların gerçekliğinin bir parçası.

Atanamayan öğretmenleri, işsiz mühendisleri, iş bulamadığı için avukatlık yapamayan hukuk mezunlarını ve benzer durumda olan pek çok mesleği gören gençler üniversite eğitiminden umutlarını kesme noktasına geliyor.

Mağazada tezgahtar, markette kasiyer olmak için okumak istemiyorlar.

Hiç de haksız değiller.

Eğitimini aldıkları meslekleri yapmak onların en doğal hakkı.

Bunu sağlayacak eğitim koşullarını yaratmak da devletin görevi.

Mesleki eğitimi ve meslek liselerini katsayı tartışmalarına kurban ederek, her mahallede bir apartman üniversite açarak, eğitimi ticari bir faaliyete dönüştürerek bu sonuç yaratıldı.

Ekonomik krizlerle de pekiştirildi.

Türkiye’nin gündemine bakınca ne yazık ki kısa vadede bu hayati soruna neşter vuracak bir irade de görünmüyor.

Yeni bir akıla ihtiyaç var.

Cumhuriyetin daha ilk yıllarında bu ülkenin geleceğini eğitimde gören, eğitimli gençlerle çağdaş bir Türkiye hayali kuran aklı yeniden bu ülkenin ortak aklı haline getirmekten başka bir çıkış da yok.

Çözüm de orada zaten…