Ege sularında hararetin son nedeni silahlanma

Dr. Ceren Balel/gazetesanal.com

Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan arasında son dönemde yaşanan gerginlikler, Yunanistan’ın İyon Denizi’nde kıta sahanlığını genişletmesi, Ege’deki adalar ile 12 Ada’da askerî güç bulundurulması, Ege Denizi’nin silahlandırılması konusunu yeniden gündeme getiriyor. Uluslararası anlaşmaların bağlayıcı maddelerine karşın, Türkiye’den güvenlik tehdidi algıladığı iddiasına dayanan Yunanistan, yaklaşık 50 yıldır adalarını silahlandırıyor.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki başlıca sorunlardan Ege Adaları’nın silahlandırılması, iki ülke arasında son dönemde yaşanan politik gerilimlerle yeniden gündemde. Son olarak Limni Adası açıklarında uluslararası sularında hidrografik araştırma yapacağına ilişkin NAVTEX ilan eden TGC Çeşme gemisinin üzerinden dört Yunan savaş uçağının ses hızını aşarak uçması ile gemiyi taciz etmesi, iki ülke arasında Ege Denizi’nde uzun yıllardır süren silahtan arındırılma konusunu yeniden gündeme getirdi.

Ege Denizi’nde 1923 Lozan Anlaşması ve devamı olan Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile silahsızlandırılması karara bağlanan adaların, Yunanistan tarafından silahlandırılması uluslararası ilişkilerde sıkça karşılaşılan kavramlardan ”güvenlik ikilemi ”ne dayanıyor.

Kısaca açıklamak gerekirse güvenlik ikilemi, birbirinin güvenliğini tehdit eden iki devlet arasında yaşanan ve tarafların diğer tarafın silahlanma hamlesi üzerine daha baskın bir hamle yapması, sonraki süreçte de her hamlenin yeniden karşılık bulması ile oluşan bir sarmaldır. Güvenlik ikileminde, taraflardan biri kendisinin güvenliğini sağlarken, karşı tarafta güvenliğinin zayıfladığı algısı oluşur. Ardışık silahlanma hamleleri ile silahlanma düzeyi her iki taraf için de giderek artmaya ve sürekli bir durum olmaya başlıyor.

Güvenlik ikileminin sona ermesinin iki yolu var: Taraflardan birinin silahlanma için ayırabileceği kaynağın tükenmesi veya tarafların iş birliği anlaşmaları ile iyi niyetlerini karşılıklı olarak belirtmesi.

Güvenlik İkilemi Sarmalında Ege’de Silahsızlanmadan Silahlanmaya

Ege Denizi’nin silahsızlanmaya ilişkin bağlayıcı ilk kararlar Boğazlar ve Ege Adaları ile ilişkin ilk anlaşma olan 1923 Lozan Barış Anlaşması’nın devamında imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile hükme bağlandı. Bunlarda yer alan maddelere göre Boğazlar, Boğaz önü adaları ve Ege Denizi adaları ile 12 Ada’nın silahtan arınması gerekiyordu. Anlaşmanın çeşitli maddelerinin günün koşullarını ve ülke güvenliğinin sağlanmasına yönelik ortamı oluşturmadığı savı ile gerek Türk gerekse Yunan tarafının itirazları, 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesinin imzalanması ile sonuçlandı. İki tarafın da bu sözleşmenin Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmesini istediklerini sözleşmede yer alırken; Ege adalarının silahlandırılması veya silahsızlandırılmasına ilişkin bir ifade yer almadı. Bu tarihte İtalya egemenliği altındaki 12 Ada ise, 1947’de, Türkiye’nin tarafı olmadığı Paris Anlaşması ile Yunanistan’a bırakıldı. Paris Anlaşması’nın maddeleri 12 Ada’nın silahtan arındırılması ve buralarda eğitim amaçlı dahi askeri birlik bulundurulmamasını da içeriyor.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ardından Türkiye’nin ülke güvenliği için Boğazlarını ve Boğazönü adalarından egemenliğinde bulunan Gökçeada ile Bozcaada’yı silahlandırmasından sonra, Yunanistan da egemenliğindeki diğer Boğazönü adaları olan Limni ile Semadirek’i silahlanma hakkına sahip olduğunu savundu. Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras da benzer yönde ifadeler kullandı. Aras’ın iki ülke arasındaki gerilimi azaltmak, uyum sürecini hızlandırma amaçlı iyi niyet konuşması olarak değerlendirilmesi gereken bu ifadeler, hukuki dayanaktan uzak ve diplomatik nezaket çerçevesindeki kişisel görüşlerdir.

Paris Anlaşması uyarınca da 12 Ada’yı tamamen silahtan arındırması gereken Yunanistan, Türkiye’nin bu anlaşmanın tarafı olmadığından, dolayısı ile Türkiye’ye karşı böyle bir yükümlülüğü olmadığını; anlaşma maddelerinin yalnızca taraf ülkeler arasında olduğunu öne sürdü.

Yunanistan’ın Ege Denizi adalarını ve 12 Ada’yı silahlandırma niyetini ortaya koyduğu bu sürecin devamında hem Türkiye, hem de Yunanistan üyeleri arasında ortak savunma ve güvenlik oluşturma amacıyla kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’ne (NATO) 1952’de üye oldu. NATO Anlaşması uyarınca üyelerin ülkelerine ait hava üssü, liman, askerî personel, silah gibi askeri güç öğelerinin bir kısmını NATO’ya  tahsis etmesi gerekiyor. Bu bağlamda Yunanistan’a Limni ve Semadirek adalarının NATO savunma planlarına alınmasını önererek, fiilen silah bulundurduğu bu adaların silahlanmasına meşru ve hukuki zemin oluşturmayı hedefledi.

Türkiye, Yunanistan’a Ege adalarının silahlandırılmasına ilişkin ilk notayı 1964’te verdi. Ancak zamanla ardı gelen bu notalara diplomatik karşılıklar veren Yunanistan, silahsızlanma konusunda harekete geçmek bir yana, Ege Denizi’ndeki ve Kıbrıs’taki gerilimden dolayı güvenliğinin Türkiye tarafından tehdit altında olduğu algısı üzerinden söylem oluşturmaya başladı. Limni Adası’na 1969’da hava üssü kuran Yunanistan, Türkiye’nin silahsızlanma hükümlerine aykırı eylemleri nedeni ile verdiği notaya ise, bunun sivil havacılık için kullanılacağını belirterek yanıt verdi.

Ege Ordusu ve Yunan Adalarının Silahlandırılması

Yunanistan ile Türkiye arasındaki güvenlik ikilemi 1960’lardan başlayarak görülür oldu. Ancak iki ülke arasındaki güvenlik ikilemini doruğa çıkartan süreç Türkiye’nin güvenlik endişesi ile 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası 1975’te İzmir’de amfibi harekât yapabilen; yani hem denizde hem de karada hareket olanağı ve yeteneği bulunan Ege Ordusu’nu kurması ile tırmanışa geçti.

Yunanistan bu ordunun kurulmasını Türkiye’nin adalara yönelik harekatta bulunacağı yönünde algıladığını belirterek Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51’nci maddesini; yani meşru müdafaa hakkına dayanarak, adaları silahlandırmaya devam etti. Oysa, BM 51’nci madde bir devletin tehdit algısı üzerinden değil, saldırgan bir eylem ardından gerçekleşmesi gerekiyor. Türkiye’nin uluslararası düzeyde Yunanistan’ın adaları silahlandırmasına yönelik itirazları karşılık bulmadı.

Güvenlik ikilemi iki tarafın da zamanla bölgedeki askeri gücünü ardışık hamlelerle arttırmasına ve Ege’de gerek denizde gerek havada iki tarafın çeşitli seferlerde karşı karşıya gelmesine yol açtı.

İzmir, Türkiye’nin anakarasında olduğundan Ege Ordusu’nun kurulması uluslararası anlaşmaların silahsızlanma hükümleri kapsamında değil.

Ege’nin dar bir deniz olması, Yunanistan’ın Türkiye anakarasına çok yakın adaların olması ve bu adaların Yunanistan toprağı olması nedeni ile 6 mil karasuları rejiminde olduğunun var sayılması da iki devlet arasında güvenlik tartışmalarının temelini oluşturuyor. Çünkü Yunanistan’a ait adalardan Limni 32 mil, Semadirek 20 mil, Rodos 10 mil, Midilli 8 mil, Sakız 4 mil, İstanköy 3,5 mil ve Sisam 2 mil uzaklıkta. Üstelik Ege Denizi’ndeki en büyük sorunlardan birisi, denizdeki coğrafi formasyonların (adacık ve kayalık) bazılarının hangi devlete ait olduğunun belli olmaması. Bu formasyonlar Kardak Krizi’nde olduğu gibi, iki, devlet arasında çatışmanın koşullarını üretebilecek durumda.

Güvenlik İkileminden Çıkış: 1995 Kardak Krizi

Kardak Krizi, 1995’te Figen Akat adlı Türk Gemisi’nin Bodrum açıklarındaki Kardak Kayalıkları’na oturması ile başladı. Geminin kaptanı Türk sahil güvenliğinden yardım istedi. Ancak gemiyi Yunan Sahil Güvenliği kurtardı. Deniz kurtarma alanı açısından bu eylem, Kardak’ın Yunanistan’ın egemenlik alanı ilan etmesi olarak yorumlanacağından, Türkiye kayalıkları Yunanistan’ın egemenliğine bırakmadı ve iki tarafı defalarca savaşın eşiğine getiren bir dizi harekat sonucu Kardak Kayalıkları’na Türk bayrağı çekilerek Türkiye’nin toprağı olduğu ilan edildi. Bu olayın adından iki devlet de karşı tarafın ülke güvenliğini tehdit ettiği algısı ile Yunanistan adaları silahlandırmaya devam ederken, Ege’de iki ülkenin askeri güçleri havada ve denizde defalarca karşı karşıya geldi.

Tırmanan gerilimin aşağıya çekilmesi için oluşan güvenlik ikileminden çıkmak gerektiğinden yola çıkan dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yunanistanlı mevkidaşı Yorgo Papandreu arasında yapılan diplomatik görüşmeler, iki ülkenin Ege’de yürüttüğü ortak tatbikatlar ve taraflar arasındaki karşılıklı iş birliği anlaşmaları ile gerilim ortadan kalktı.

Yeni Güvenlik İkilemi Ortaya Çıkabilir mi?

Kardak Krizi’nden sonra karşılıklı yumuşama dönemine giren Türkiye-Yunanistan ilişkileri, yaklaşık 15 yılın ardından ve yeniden Kardak nedeni ile gerilmeye başladı. Aşırı sağ Bağımsız Yunanlar Partisi’nin Başkanı Başkanı Panos Kammenos Yunanistan Savunma Bakanı atanmasının ardından Kardak’a  çelenk bırakacağını açıkladı. 2016 ve 2017 Ege Denizi’ne çelenk bırakan Kammenos, 2018’de çelenk bırakmak üzere Yunan hücumbotu ile Kardak’a yaklaştığında, Türk Sahil Güvenliği tarafından bölgeden uzaklaştırıldı.  

İlerleyen süreçte 2017’de Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iki ülke arasında 65 yıl sonra yapılan ilk resmî ziyarette Ege Denizi’ndeki sınırların belirginleştirilmesi talebine dönemin Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’tan karşılık bulamaması; Yunanistan’ın Ege Denizi’ni silahlandırmaya devam etmesi; Kıbrıs Adası açıklarında doğal gaz bulunması ve Doğu Akdeniz’de her iki ülkenin de ikili anlaşmalarla birbirinin itiraz ettiği münhasır bölge ilanları iki kıyıdaş devlet arasındaki suların yeniden ısınmasına yol açtı. Batı Trakya Türkleri’nin haklarının verilmemesi ve 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbe girişimi sonrası Yunanistan’a kaçan FETÖ’cü askerlerin Türkiye’ye iade edilememesi de iki ülke arasındaki gerilimi tırmandıran önemli etkenler olarak sayılabilir. Ortaya çıkan gerilim, iki kıyıdaş devletin dar bir deniz olan ve henüz kesin çözüme ulaşamamış sorunlara ev sahipliği yapan Ege Denizi’nde karşı karşıya gelmesine yol açıyor.

Ege’de Güvenlik İkilemi Yeniden Oluşur Mu?

Ege Denizi’nde komşu olan Türkiye ile Yunanistan arasında sürüncemede kalan ve dönem dönem tekrar açılan köklü sorunlar bulunuyor. Son birkaç ayda yeniden gündeme gelen konulardan silahlanma, karasularının genişliği, Yunanistan’ın uçuş bilgi bölgesini (FIR hattı) 6 millik karasularının ötesinde usulsüzce 10 mile çıkartmış olması, Ege’nin sularının her an çalkalanmasına zemin sağlar nitelikte.

Ege Denizi’nde hangi ülkeye ait olduğu belli olmayan küçük coğrafi formasyonların varlığı, Ege Denizi’nde Türkiye anakarasına çok yakındaki adalarının ve Oniki Ada’nın silahlandırılması, Kıbrıs Adası ve Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynakları ve bu bölgeye yönelik ilgileri artan Avrupa Birliği ülkeleri ve Doğu Akdeniz’de askeri gücünü bulunduran ABD’nin bölge ile ilgili siyasi ve jeopolitik hedeflerini arttırması, İngiltere’nin bölgedeki gelişmelere dahil olması Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin yeniden tasarlanmasını gerektirecek koşulları oluşturuyor. Dolayısıyla iki devlet de birbirini güvenlik tehdidi olarak algılaması, bunun getirisi olarak silahlanmaya gitmesi, Ege Denizi’nde yeni bir güvenlik ikilemini başlatması olasılığını akla getiriyor.

Kıbrıs Adası açıklarında bulunan doğalgaz, Türkiye ile Libya ve Yunanistan ile Mısır arasında yapılan ikili anlaşmalarla ilan edilen münhasır ekonomik bölgeler; Amerika Birleşik Devletleri’nin, İngiltere’nin ve başta Fransa ile Almanya olmak üzere Avrupa Birliği devletlerinin bölgeye yönelik yaklaşımlarının yanı sıra, Ortadoğu devletleri açısından da Doğu Akdeniz’in jeopolitik değeri göz önünde bulundurulduğunda, bölgedeki suların yakından takip edilmesi gerektiği açıkça görülüyor.

Türkiye ile Yunanistan arasında son dönemde ara ara gerilen ilişkilerin, Ege Denizi’nde kesin sonuca bağlanmayan sorunlardan herhangi birinin ortamını buldukça karşımıza yeniden çıkacağının da habercisi.