Kemal Aslan
Toplumun, ailenin, kişinin, maddenin parçalandığı bir dönemin etkilerini yaşıyoruz. Kapitalizm koşullarında kendini gerçekleştirmenin, eksikliklerini gidermenin zorluklarıyla karşı karşıyayız. Hem birey hem de toplumsal ol(a)mamanın sancılarını, arayışlarını, gerilimini yaşıyoruz. Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” çıkarımı bu noktada geçerlilik kazanıyor. Çünkü yabancılaşmanın olduğu, eşitsizliğin giderek arttığı, insanın insanlaşma sürecinden giderek uzaklaştığı bir ortamda mikro ilişkilerde anlık durumlarda doğru yaşamak mümkün. Ancak bunun sürekliliğini sağlamak, sürdürmek oldukça zor. Adorno’nun sözünden yanlışları, hataları savunmak, meşrulaştırmak değil niyetim. Zaten o da bu sözle yanlışlanan şeyleri meşrulaştırma niyetinde değildi. O sadece bir noktaya dokundu ve o noktanın hayatımızdaki yerine işaret etti.
Her alanda parçalanma yaşıyoruz, bunun farkında olduğumuzda sorunun kökenine inmeye, çözüm bulmaya çalışıyoruz. Farkındalığımızı bilince dönüştürmek zaman alıyor. Yaşadığımız ikili ilişkilerde ortaya çıkan ve çocukluğumuzdan gelen travmalarla yüzleşmek zaman alıyor. Farkında olmadığımız, fark edemediğimiz şeyler olmadık durumda olmadık zamanda ve olmadık bir mekânda ortaya çıkabiliyor. Hangi yaşta olursak olalım bu “arızalı hallerin” farkına varılması, devam eden örüntülerin kırılması yönünde ilk adım. Ancak, bu örüntülerin ortadan kalkması hemen olmuyor. İnsanın kendini olgunlaştırması, duygusal büyümesi bu farkındalığını bilince dönüştürmesi, kendi “arızalı hallerini” aşmaya çalışmasına bağlı.
Yakın ilişkilerde “arızalı hallerin” ortaya çıkması iki benliğin yakınlaşması sürecinde ortaya daha çok çıkıyor. Hepimiz benliklerimizi bulunduğumuz ortamda sergiliyoruz. Aslında her yakın ilişkide herkes birbirinin aynası. Yani her birey öteki üzerinden kendini görebiliyor. Bazen aynada görünen görüntü rahatsız edici olabiliyor. Önemli olan o görüntüye bakmak ve o görüntünün oluşmasındaki nedenler üzerinde düşünmek ve o görüntüyü değiştirmek.
“Arızalı haller”, özel anlarda özel durumlarda ortaya çıkıyor. Yani her durumda, her zaman ortaya çıkmıyor. “Arızalı haller” geçmişin bugüne taşınmasıdır. Ancak vurgulanması gereken şudur: İnsan anı yaşıyor. O anda yer alanlar, geçmişin yaratılmasından sorumlu değildir. Her ne kadar onların geçmişin sorumlusu olmadıklarını bilsek de sanki onlar o “geçmişin” öznesi gibi davranabiliyoruz. Yaşananları eleştirmeden, sorgulamadan kendini, olayları analiz etmeden bunun farkına varmak mümkün değil. Her ne kadar anı yaşamak, anın sonsuzluğunda kaybolmak istesek de “geçmişin gölgesi” düşüyor üzerimize. O gölge nedeniyle insanları kırıyoruz, üzüyoruz, mutlu olmalarını engelliyoruz. Belki kendimiz de sonra mutsuz oluyoruz, yaptığımızın ağırlığını yaşıyoruz. Bu bir döngü haline gelmiş ise ya da geliyorsa bu döngünün kırılması “geçmişin gölgesi”ni yaşayanın değişmesine, dönüşmesine bağlı. Görünüşte anı yaşamak istesek de “geçmişin gölgesi”nin farkında olmadan ortaya çıktığını, “arızalı haller”e yol açtığını unutmamak lazım. “Geçmişin gölgesi” ne kadar yok edilebilir? Birey bu gölgeyi ne kadar sürede hayatından çıkarabilir? Ya da “geçmişin gölgesi” ile uzlaşmak onu aşmanın yolu olabilir. Hayatın size sunduğu fırsatları, size iyi gelen insanları kendinizden uzaklaştırmamak için zaman zaman ortaya çıkan “geçmişin gölgesi”ni fark etmek, kendini dönüştürmeye çalışmak, size değer veren insanları kaybetmemek için mücadele etmek gerekir. Yol uzun olabilir, ama kararlılık önemli bu konuda. Ama çevrenizde yer alan ve size değer veren üzdüğünüz, kırdığınız insan(lar)a benzer durumlar yaşatmamak için de bunu yapmalıyız.