Engin BAŞCI
Zaman ilerleyince geçmiş paha biçilmez bir hazineye dönüşüyor. Anılar denizinde çıkılan yolculuklar içinde yaşanılan o ana ve şimdiki zamana değer katıyor. İyi kötü, mutlu mutsuz yaşanan her şey hayat denen o büyük bütünün bir parçası. Kimini özlemle hatırlıyoruz, kimine keşke diyor, ardından bir pişmanlık cümlesi ekliyoruz. Ama biliyoruz ki hepsi bize ait olan yaşanmışlıklar. O yüzden ben neşeyle yad ettiğim günleri de, pişman olduğum yaşanmışlıkları da anıları attığım heybemde tutuyorum. Bugünü yaşarken benzer pişmanlıklara sürüklenmemek, keşke diyeceğim şeyler yapmamak için heybemdekilerden dersler çıkarıyorum. Geçmişi anımsarken o zamanlar değerini yeterince kavrayamadığım günlere de gidiyorum. Ne güzelmiş diyorum. Tıpkı eski bayramlar gibi…
Hemen herkesin bir eski bayramı vardır. Nerede o eski bayramlar diyenlerimiz de çoktur. Bunu diyebiliyorsak aslında şanslıyızdır da. Çünkü paha piçilmez bir hazine parçası anılarımızı biriktirdiğimiz heybemizdedir. Yeter ki hatırlayabilelim. Hatırlayabilmek hem çok değerli, hem çok güzeldir.
Kendi adıma şunu söyleyebilirim; eski bayramların değerini çok sonraları anlayabildim. O bayramları değerli kılan o bayramları birlikte yaşadığın insanlarmış. O insanların hayata kattığı anlammış. O yüzden hemen her bayramda eski bayramları da yaşarım. Mesela Ankara’da babaannemin evine giderim. Orada toplanırdık bayram sabahları. Lambalı radyoda oyun havaları çalar, Mustafa Kandıralı’nın klarneti eşliğinde hep birlikte bayram kahvaltısı yapardık… O radyoyu hiç unutmam; ailemizin harcı gibiydi. Nakiye teyzem şeker verir, babaannem kolonya tutardı. Amcamlar, halamlar hep birlikte bir masanın etrafında eskiden yeniden konuşurlardı. Biz çocuklar kahvaltı biter bitmez bahçeye çıkar, oyunlar oynardık. Babaannemin evi Kolej’deydi. Geniş bir bahçesi vardı. Ankara’ya gittiğimde o sokaktan geçerim zaman zaman. O ev artık yok, ama ben sanki varmışçasına birkaç saniye durur geçmişe bakarım. Bayram sabahından sesler gelir kulağıma, lambalı radyodaki oyun havaları da fonda…
Eski bayramlarımın yarısı da memleketim olan Sivrihisar’da geçti. TRT1’de yayınlanan “Gönül Dağı” dizisi var ya, işte o dizinin çekildiği yer. Sivrihisar, Eskişehir’in bir ilçesi, ama dizide başka bir şehir gibi gösteriliyor. Film işte, olaylar ve mekanlar filmsel dünyanın gerçekliğine göre düzenleniyor.
Bayramlar Sivrihisar’da da güzeldi… Birçok bayramı orada yaşadım… Herkesin bayram namazına gittiği saatlerde Hacıbabamın (dedem) dükkanını açar, cami cemaatinin dağılmasını beklerdim… O anlarda Şadırvan meydanının Ulu Camii ile uyumu sihirli bir sessizliğe bürünürdü… Meydanda bir kuşlar bir de ben olurdum. Bir süre sonra Hacıbabamın eski radyosunu açar, sessizliği bozardım… Namaz biter, radyoda oyun havaları başlar, cami cemaati dağılır, cami kapısı ve şadırvan meydanı bayramlaşanlarla hareketlenirdi. Camiden dağılanlar müşterimdi… Dükkana gelirler, şeker ve kabuklu yer fıstığı alırlardı. Sivrihisar’da şeker ve kabuklu yer fıstığı yemek bir bayram geleneğiydi. Bayram pazarlarında Hacıbabamın dükkanında çuval çuval kabuklu yer fıstığı satardık. Bayram namazı sonrası cami çıkışı o ana kadar yer fıstığı ve şeker alamayanlar için son şanstı. Yarım saat içinde iyi satış yapardım… Hacıbabam ve Hasan da (teyzemin oğlu) namazdan gelmiş olurdu. Meydan boşalınca biz de dükkanı kapar, eve giderdik. Tıpkı Ankara’daki gibi bayram neşeli bir kahvaltıyla başlardı. Hacıannemin (anneannem) su böreğinin tadına doyum olmazdı. Onun açtığı baklavalar ise bir bayram efsanesiydi. Tepsi tepsi yapar sonra şerbetlerdi. Uzun yıllar onun baklavaları dışında baklava yemedim. O lezzeti hâlâ özlüyorum. Sivrihisar’daki bayramların bir özelliği bütün ailenin orada toplanıyor olmasıydı. Hacıbabam ailenin en büyüğüydü, Hacıannem ise ailenin direğiydi. Beş kardeştiler. Zehre teyzemi, Mesrur, Kemal ve Tahsin dayılarımı canından can gibi görür, kardeşlerim der başka bir şey söylemezdi. Onlara toz kondurmazdı. Onlar da Hacıanneme çok düşkündü. Şimdi hiçbiri yok. Ama anılarımızın direği olarak hep yanımızdalar.
Aile toplanmışken bayramın ilerleyen günlerinde hep birlikte bağa gidilirdi. Güveçte bastı yapılır, hep birlikte yenilirdi. Geçmişten bugüne baktığımda anlıyorum; dediğim gibi bayramı bayram yapan, o güne neşe ve değer katan insanlarmış…
O insanların bir kısmı şimdi yok. Babaannem, Nakiye teyzem, Selçuk, Hamdi ve Dinçer amcalarım, çok erken kaybettiğimiz Tevfik ağabeyim, Yusuf eniştem, Turan amcam Erdin amcam, Nurten teyzem, Güngör teyzem ve Mücella yengem… Hiçbiri aramızda değil. O yüzden şimdiki bayramlar biraz ıssız, biraz sessiz.
Bunu bildiğimden şimdilerde bayram sabahlarını önemserim. Özellikle haberciliğe başladıktan sonra bunu değerini daha çok anladım. Çünkü TRT’deyken çoğu zaman bayramları çalışarak geçirdik. Bayram kahvaltılarını kurumda arkadaşlarla yaptık. O yüzden birbirimizin ailesi gibi olduk. Bugün o arkadaşlığı, o sıcak dostluğu hâlâ yaşatıyorsak bayram kahvaltıları gibi kurumda paylaşılan hayatın katkısı büyüktür.
Velhasıl, geçmiş sadece geçmiş değildir. Zamanın tortusunu bugüne taşıyan, hayata anlam katan bir değerler yumağıdır. Siz var oldukça size sizi hatırlatan gerçekliğinizin görüntüleridir. O görüntülerde bulacağınız her şey yaşadığınız hayattır.