TRT halkın televizyonundan parti televizyonuna nasıl dönüştü?

Engin BAŞCI

TRT bu ülkede yaşayan herkes için özel bir kurumdur.

Bu ülkede yaşayan herkes TRT’nin gerçek sahibidir.

Çünkü TRT halkın parasıyla harcamalarını ve yayınlarını yapar.

Ve haliyle bu ülkede yaşayan ve gerekli koşulları taşıyan; eğitimi, kültürü, yayıncılık bilgisi, entelektüel donanımı ve yeterliliği olan herkesin TRT’de çalışma hakkı vardır.

Olması gereken budur. TRT’nin kuruluş ruhu ve mevzuatındaki gerçek de budur.

Ama olan bambaşkadır.

TRT’nin hikâyesi çok eskilere dayanır. Adeta BBC gibi kurulur, sonra siyasetin elinde yapboz tahtasına dönüşür.

Buna rağmen TRT’de kuruluş yıllarından temellenen bir yayıncılık kültürü gelişir.

Radyosu, televizyonu ve haber merkeziyle halkın ilgi odağı olur.

Bunda tek kanallı yılların etkisi de vardır.

TRT bu anlamda bir okuldur da… O yıllarda yetişen pek çok başarılı ve nitelikli yayıncı sonraki yıllarda özel televizyonların kuruluşunda ve parlamasında önemli roller üstlenmiştir.

Nuri Çolakoğlu, Serpil Akıllıoğlu, Ali Kırca, Ayşenur Aslan, Musa Çözen bu yayıncılardan ilk akla gelenlerdendir.

TRT’nin sembol isimlerinin önemli bir kısmı da kurumda uzun yıllar kalmış ve yeni kuşakların yetişmesine katkı sunmuştur.

Türkiye’de televizyon yayıncılığının ilk anchorman’ı olan (geceleri yayınlanan “Güne Bakış” haber bülteni ile) Can Akbel, Başak Doğru, Cevat Taylan, Nuray Yılmaz, Seynan Levent, Kunter Kunt, Tansu Polatkan, Yavuz Aydar, Şebnem Savaşçı, Sevim Canbaz, Korkmaz Çakar ve daha niceleri…

Bozulma 2003’te başladı, 2007’den sonra hız kazandı

TRT, 12 Mart 1971 muhtırasını görmüş, yasadaki özerkliğini yitirmişti.

1980 darbesinden etkilenmiş, 101’ler diye anılan pek çok deneyimli yayıncısından uzun süre ayrı kalmıştı.

Ama gerçek darbeyi AKP’nin iktidara gelişinden sonra yedi.

Bugünkü duruma neden olan asıl bozulma 2003’te başladı, 2007’den sonra hız kazandı.

AKP iktidarının adeta eliyle koymuş gibi TRT’ye yerleştirdiği kadrolar tüm bu geçmişi yok saydı.

Öyle ki TRT tarihini kendileriyle başlatma yanılgısına bile düştüler.

Bu yanılgı onları bugüne getirdi.

Sonuç ortada bir zamanlar halkın gözbebeği olan bir kurum büyük bir kesim tarafından ciddiye alınmıyor, önemsenmiyor.

Hatta özelleştirilsin, kapatılsın diyenler bile çıkıyor.

Neler oldu?

2007 yılında Genel Müdür İbrahim Şahin döneminde TRT’ye yerleştirilen o zaman cemaat bugün FETÖ’cü olarak adlandırılan Fethullahçılar bu çürümenin fitilini ateşlediler.

Onlar gidince yerine gelen AKP lisanslı kadrolar işi bir adım daha öteye götürdüler.

Yücel Yener döneminde ortaya atılan ve taslak çalışması yapılan “yeniden yapılanma” projesine dört elle sarıldılar.

Aslında bizler de bir “yeniden yapılanma” istiyorduk.

Bizim istediğimiz; halkın paralarıyla yayın yapan TRT’nin gerçek anlamda özerk ve tarafsız yayıncılık ilkelerine dönmesi (1964’teki kuruluşunda 359 sayılı yasayla bu hedeflenmiş, idari yapılanması kurulları buna göre oluşturulmuştu), bunun için yönetim kurulu ve genel müdür seçimlerinin siyasal iktidarların etkisinden uzaklaştırılması, bu yönde gerekli yasal ve idari düzenlemenin yapılması, editoryal bağımsızlığın sağlanması, haber ve programların toplumun bütün kesimlerinin kültürel ihtiyaçları ve taleplerini dikkate alan bir anlayışla hazırlanmasıydı.

Ama onların yeniden yapılanmadan anladığı; TRT’nin o zamana kadar biriktirdiği yayıncılık kültürünü yok etmek, o kültüre sahip yayıncı ve idari personelden kurtulmak, kurumu şirket gibi yönetmek, yandaşlara rant devşirmek, TRT’yi iktidarın istihdam alanına dönüştürmek, haber ve program içeriklerinde iktidarın sesi olmaktı.

Bunu yapabilmek için öncelikle yönetim kadrolarını değiştirdiler.

Fethullahçı ve AKP yandaşı gazete ve televizyonlardan kritik noktalara yönetici atadılar. Bunun için daha önceden yasal zemini de oluşturmuşlardı.

Bu hamleden sonra KPSS ile muhabir, prodüktör, spiker, kameraman, montajçı, ışıkçı, sesçi gibi kadrolara yayıncı personel alımına gittiler.

Bunu yaparken TRT’nin geleneksel sınav sistemini de değiştirdiler. İstedikleri elemanı alabilecekleri bir sistem getirdiler.

TRT o zamana değin bu yayın kadrolarına özel sınavla personel alırdı. Sınav 3 aşamalı olurdu. İlki genel kültür bilgisinin test edildiği yazılı sınavdı ve bu 100 soruluk testten oluşurdu (hatta muhabir ve prodüktör kadroları için bunun yanında kompozisyon sınavı da yapılırdı ve her iki sınav birlikte değerlendirilirdi). Bunu geçenler mülakata alınırdı. Mülakatta başarılı olanlar en az 2 aylık kursa çağrılırdı. Kurs sonunda uygulamalı ve sözlü bir sınav daha yapılırdı. Bu sınavda başarılı olanlar kadro alıp TRT’de çalışabilirdi.

İşte bu sistemi tamamen değiştirdiler. KPSS’de belli bir puanın üstündekileri mülakata çağırdılar. Mülakatı geçenlere kadrolarını verdiler. Personeli kadroya aldıktan sonra kurs vererek işi öğretmeye çalıştılar.

Bu sistemle çok ilginç şeyler de oldu. En çarpıcı olanı şuydu:

KPSS ve mülakat sistemi ile spiker olarak kadroya aldıkları kişinin bir spikerde olması gereken niteliklere sahip olmaması nedeniyle spikerlik yapamayacağı görülünce onu spiker kadrosuyla teknik bir işte çalıştırdılar. Bu tek örnek değildi. Örneğin ışıkçı ve sesçi olarak kadroya aldıklarını da muhabir olarak görevlendirdiler. Çünkü o kişilerin nitelikleri ve KPSS puanları muhabirliğe yetmese de onlar militan muhabirlik yapacak elemanlardı, muhabir olarak çalışmaları gerekiyordu. Öyle de oldu.

Muhabir oldular, editör oldular ve haber merkezinde onlar için kritik olan haberlere yön verdiler.

Tüm bunlar olurken, TRT’nin eski nitelikli personelini, yıllarca habercilik ve yayıncılık yapmış personelini yok saydılar. Onlardan kurtulmak için ne gerekiyorsa yaptılar. Oysa yayıncılıkta deneyim,  birikim çok önemlidir. Bu yıllarla kazanılır. Çünkü yayıncılık en ufak hatayı affetmez. İşte o deneyimli yayıncıları 2008 yılından itibaren kurumdan göndermek için bütün yollara başvurdular. 

Örneğin teşvikle emeklilik düzenlemeleri çıkararak TRT kültürüyle yetişmiş deneyimli personelden kurtulmak istediler. Bunu yaparken her türlü baskı ve tehdit yöntemini uyguladılar. 2008 yılında denedikleri ilk uygulamaları emekli olmazsanız bölgelere tayin edilirsiniz baskısıydı. Örneğin kanser tedavisi gören spor spikeri meslek büyüğümüzü emekli olmadığı için Erzurum’a tayin ettiler. İnançlı, imanlı, vicdan sahibi arkadaşlardı ya, sonra gidip huzur içinde Cuma namazı kıldılar. SONY firmasının bile yeni kamera tasarımları konusunda Türkiye’den görüş aldığı ender kişilerden biri olan bir kameraman ağabeyimizin birikimlerinden bile yararlanmak istemediler, emekli olsun diye sürgüne yolladılar. Bu sadece çarpıcı iki örnektir. Aynı baskıya maruz kalan çok sayıda deneyimli TRT çalışanı vardır.

AYM’nin iptal ettiği kararnameyle 1774 kişiyi emekliliğe zorladılar

Bu uygulamayı bir iki kere yaptılar. Son darbeyi 2018 yılında vurdular. 703 nolu KHK ile ihtiyaç fazlası personel tanımlaması getirip bu kişilerin başka kurumlara gönderilmesinin yolunu açtılar. Bunun yaratacağı rahatsızlığı hafifletmek amacıyla emekliğe teşvik düzenlemesi de yaptılar. Yaş ve hizmet yılı olarak emekliliği hak etmiş herkesi telefonla arayıp ya da makama çağırıp “bakın, başka kurumlara gönderilebilirsiniz, emekliliği düşünüyor musunuz?” diye baskı uyguladılar. 

Sadece 2018 yılında 1774 personel başka kurumlara gönderilme tehdidi karşısında emekli oldu.

Bunların önemli bir kısmı TRT kültürüyle yetişmiş deneyimli yayın personeliydi.

Emekli olmayan yayıncıları ise başka kurumlara gönderdiler.

Gönderilenler bir süre sonra yargı kararıyla geri döndü.

Dönenlere de iş vermediler.

Bu süreç içinde TRT, aynı KHK düzenlemesine dayanarak şirket kurdu, bu şirketler üzerinden özel hukuk hükümlerine tabi çok sayıda personel aldı ve yayınları bu kişilere teslim etti.

Bunların sayısı 2021 Sayıştay Denetim Raporu’na göre 3382.

Rapor, şirket üzerinden sınavsız olarak işe alınan bu kişilerden 96’sının yönetici yapıldığını da tespit ediyor.

Bu düzenlemeyi yaptıkları 703 nolu kararnamenin ilgili maddeleri Anayasa Mahkemesi tarafından 6 yıl sonra iptal edildi.

Bu süre içinde TRT’nin personel yapısı büyük oranda değişti.

Kamu hizmeti yayın kurumu olarak toplumun bütün kesimlerine eşit mesafede durması ve tarafsız yayıncılık yapması gereken TRT adeta bir partinin yayın kuruluşuna dönüştü.

Bu durum haber ve program içeriklerine de yansıdı.

Dönemin TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’e ve Yönetim Kurulu üyelerine buradan soruyoruz.

Sadece onlara değil, onların talimatlarına uyup ikna odalarında insanları kurumdan göndermeye çalışanlara da soruyoruz.

Hukuksal dayanağı olamayan bir işlemi hangi gerekçeyle yaptınız?

Amacınız neydi?

Yılların yayıncılarının meslekleriyle oynadınız, vicdanınız rahat mı?

Yargı kararlarıyla da kesinleşti; kul hakkı yediniz, bunu hesabını nasıl ödeyeceksiniz?

Haber ve program içerikleri de değişti

Kabul etmek gerekir ki TRT her zaman siyasetin etkisini ve baskısını hissetmiştir.

Bu etkiyle protokol haberciliği de yapmıştır.

Buna rağmen son yıllara kadar haber bültenlerinde TBMM’de temsil edilen her partiye yer vermiştir.

Seçim dönemlerinde seçime katılan her partiyi takip etmiş, faaliyetlerini haberleştirmiştir.

Bu bir TRT geleneğiydi.

Buradaki uygulama iktidar partisine daha çok, diğer partilere daha az süre verme şeklindeydi.

Süre farkı da kabul edilebilir ölçülerdeydi.

Bu gelenek de yıkıldı.

Olay artık iktidar partisi yöneticilerinin ekranlarda çok görünmesi ya da az görünmesi olayının çok ötesine geçti.

Haberler adeta iktidarın halkla ilişkiler bülteni anlayışıyla yazılır hale geldi.

İşte somut iki örnek:

CHP’nin Çanakkale’de düzenlediği Adalet Kurultayı haberleri yazılırken adalet sözcüğü kullanılmaması istendi.

Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü de, CHP’nin İstanbul Yürüyüşü başlığıyla verildi.

Buna benzer örnekleri Gezi Parkı olaylarında , Ergenekon ve Balyoz davası haberlerinde de gördük.

Bu taraflı ve manipülatif habercilik anlayışı zaman içinde haber bültenlerine iyice yerleşti.

Küçük partiler, hatta parlamentoda grubu bulunan partiler haber bültenlerinde yok sayılmaya başlandı.

Muhalefet partilerinin haberlerinde konuşmacının mesajları etkisizleştirilerek verilir hale geldi.

Haber programlarında sadece iktidara yakın yorumculara yer verildi. İktidar partisinin sözcüsü gibi konuşan gazetecilere programlar yaptırıldı. Bu kişilere TRT’den kaynak aktarıldı.

TRT yandaşların rant kapısı oldu

TRT’de kadro karşılığı sözleşmeli personel, özel hukuk hükümlerine tabi personel, yüklenici işçi olmak üzere yaklaşık 10 bin kişi çalışıyor.

Buna rağmen TRT, programlarının önemli bir kısmını para karşılığı dışarıya yaptırıyor.

Sayıştay raporu bu gerçeği de gözler önüne seriyor.

TRT, 2021 yılında dışarıdan sağlanan fayda ve hizmetlere 2.394.037 bin TL ödeme yapmış.

Kurum dışından haber, yapım ve program alımı için ödenen tutar ise 1.854.300 bin TL.

Bir önceki yıla göre bu rakam yüzde 35,1 oranında artmış.

Yani TRT, hizmet üretiminin yaklaşık yüzde 80’ini dışarıdan sağlıyor.

Bu oran bir önceki yıl da aynı.

Benzer bir oranın bugün için de geçerli olduğu söylenebilir.

Bu noktaya planlı bir şekilde gelindi.

TRT iktidara yakın kişiler için rant kapısına dönüştü.

Şimdi iki çarpıcı örnek:

TRT prodüktörlerinden her yıl program önerileri alınır ve bunlar değerlendirilir. Böyle bir değerlendirme toplantısında bir prodüktör arkadaşın önerisi beğenilir. Ancak o dönemin televizyondan sorumlu genel müdür yardımcısı bu programın dışarıya yaptırılmasını ister.

Yine aynı dönemde bir başka prodüktör arkadaşın bir drama önerisi olur. Aynı genel müdür yardımcısı bunun da dış yapım olarak çekilmesini ister. Ancak genel müdür yardımcısının bu teklifi kabul görmez ve prodüktör arkadaş dramasını çeker. Hem de dışarıya yaptırılacak benzer bir programın üçte birine denk gelen bütçeyle çekimleri tamamlar. Buna rağmen yapımın bütün harcama kalemleri tek tek incelenir. Bir açık uydurularak prodüktör arkadaş hakkında soruşturma açılır. Açığa alma ve işten atma gibi cezalar verilmek istenir. Bunun üzerine Haber-Sen sendikası devreye girer, olayı yargıya taşır, prodüktör yargı kararıyla aklanır.

Programların dışarıya verilmeye başlandığı dönemlerde biz de bir haber program önerisi vermiştik. Balkanlarda çekilecek 10 bölümlük bir haber programdı. Programın maliyeti çok düşüktü. Bu düşük maliyetin tamamı İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odası’nın sponsorluğuyla karşılanacaktı. Hatta sponsor kurum, program için kullanılacak bazı ekipmanları alıp TRT’ye hibe etmeyi de taahhüt ediyordu. Yani kurumun kasasından tek kuruş çıkmadan 10 bölümlük bir program hazırlanacaktı. Program öneri dosyasını ve sponsorun taahhüt mektubunu haber dairesi başkan yardımcısına sunduk. Ancak bu öneri de sümen altı edildi. Muhtemelen programın çok küçük bir bütçeyle hazırlanacak olmasından rahatsızlık duyuldu. Çünkü benzer programlar için TRT dışarıya çok daha büyük paralar ödüyordu.

TRT hikâyesi içinde bunlara benzer daha pek çok olay var.

Son bir durumu da paylaşmadan olmaz.

TRT İstanbul Radyosu’nun binası yaklaşık 4 yıl önce güçlendirme yapılacağı gerekçesiyle boşaltıldı.

Acun Medya’nın Ayazağa’daki tesisleri kiralanarak haber merkezi ve radyo oraya taşındı.

Ve bu süre içerisinde Harbiye’deki İstanbul Radyosu binasına tek bir çivi bile çakılmadı. Bina boş duruyor. Acun Medya’ya kira ödenmesine de devam ediliyor.

Velhasıl gelinen noktada TRT; kamu hizmeti yayın kuruluşundan çok şirket gibi yönetilen, iktidar partisi yandaşlarına dış yapımlar ve alımlar vasıtasıyla para aktarılan, partizan kadroların istihdam kapısına dönüşen, iktidar partisinin halkla ilişkiler ajansı gibi çalışan bir görüntü sergiliyor.

Hem de bunu bu ülkede yaşayan herkesin cebinden çıkan paralarla yapıyor. Ancak herkesi görmüyor, herkese eşit mesafede duran bir yayıncılık yapmıyor.

O yüzden toplumun ciddi bir kesimi TRT’ye tepkili ve öfkeli.

Haklılar da. Ama haklı olmaları TRT’yi önemsememeyi, ciddiye almamayı gerektirmez.

Aksine TRT ile daha çok ilgilenmeli, kurumu önemsemeli, TRT yöneticilerini tarafsız yayıncılık yapmaya zorlayacak bir kamuoyu baskısı yaratılmalı.

Çünkü;  BBC İngiltere için neyse, ARD ve ZDF Almanya için neyse, RAI İtalya için neyse, France 2 Fransa için neyse, TRT de Türkiye için odur.

Yani iktidarın değil, halkın televizyonudur. Öyle olması gerekir.