Kemal ASLAN
Kayyum, 12 Eylül faşizminde somutlaşan bir olgu. O dönemde askeri darbe sonrasında bütün belediyelere kayyum atandı. Demokrasinin rafa kaldırıldığı örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün olmadığı, örgütlü mücadelenin zorla bastırıldığı bir dönemde bu tür uygulamalar rejimin niteliğinden dolayı anlaşılırdır. Hayatın her alanında baskı ve şiddetin yaşandığı düşünülürse böyle ortamlarda kayyum olması yaşanan süreçlerin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Yapılan uygulamalar demokratik değil anti-demokratiktir. İnsan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı 12 Eylül faşizmi bu açıdan çok eleştirilmiştir. Olağan olmayan bir durumda olağan koşulların yaşanacağını beklemek saf dillik olur. Ama yaşanan olağan dışı uygulamalar da ifşa edilir. Nitekim 12 Eylül faşizmiyle ilgili bu ifşalar onlarca kitabın konusu oldu.
Bu nedenle kayyum sözcüğünün demokratik rejimden uzaklaşıldığı, olağandışı bir uygulama olduğu algısı 12 Eylül faşizminden kaynaklanmaktadır.
Son 20 yıldır kayyum uygulamaları bir idari vesayet olarak siyasal iktidarın da zaman zaman başvurduğu bir uygulamadır. Kayyum uygulaması siyasal iktidarın yerel yönetimlerin hareket alanını kısıtlayan, yerel iktidarın atama yoluyla değiştirilmesidir. Demokrasinin temeli seçimle işbaşına gelenlerin seçimle bulundukları mevkiden ayrılmalarıdır. Tersine bir uygulama halkın iradesine ipotek konulmasıdır. Kayyum uygulamalarının yasal dayanağı 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’dir. Bu kararname FETÖ darbe girişiminden sonra Olağanüstü Hal döneminde belediyelerle ilgili düzenlemelerde uygulanmıştır. Bu çerçevede belediye başkanları görevden alınmıştır.
Türkiye gibi güçlü merkezi hükümetin olduğu bir siyasal rejimde yerel yönetimler istenilen ölçüde güçlenememektedir. Bunda siyasal iktidarın her şeyi merkezden kontrol etme arzusunun da rolü bulunmaktadır. Siyasal iktidarla ters düşen yerel yönetimlere kayyum atanabilmektedir. Sonuçta yasaların çıkarılmasında belirleyici olan siyasal iktidardır. Bu açıdan bakıldığında neyin suç kapsamına girdiği ya da girmediği siyasal iktidar tarafından belirlenebilmektedir. Bu durum yerel yönetimlerin güçlenmesini engelleyen olguların başında gelmektedir. Türkiye’de Ademi merkeziyetçilik konusu yirminci yüzyılın başından bu yana Prens Sabahattin’ten başlayarak günümüze kadar farklı siyasal aktörler tarafından dile getirilmiştir. Ancak, merkezi siyasal iktidar kendi egemenlik alanını daraltacak her hangi bir yasal düzenlemeyi benimsememektedir. Bu Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri olan 19’uncu yüzyılın ortalarından bu yana böyledir. Cumhuriyet de bu yaklaşımı Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralmıştır.
“Kayyumlu demokrasi” kavramı içinde bulunduğumuz süreci açıklasa da bize özgü bir durumu nitelendirmektedir. Demokratik rejimlerde kayyum uygulamalarına pek rastlanılmamaktadır. Bizde kayyumun hangi durumlarda atanacağı Belediye Kanunu’nun 45, 57 ve geçici 9’uncu maddesinde yer almaktadır. Bu maddeler siyasal iktidara “terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları” çerçevesinde yerel yönetimlere müdahale hakkı vermektedir. Hiçbir devlet “terör ve terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları” ile bağlantılı olan kişilere müsamaha göstermez. Bu durumda yapılması gereken atama değil, seçilmiş olanların göreve gelmesidir. Belediyelerin karar organı belediye meclisleridir. Belediye meclislerinde yer alan üyeler halkın oylarıyla bu göreve getirilmiştir. Dolayısıyla onların bu konuda karar vermesi gerekir. Şu andaki yasanın buna elvermemesi demokratik kültür açısından anlaşılır bir durum değildir.. Atama yasaldır ama meşruiyet sorunu yaratmaktadır. Yapılması gereken bu alanda demokratikleşmedir. Yani görevden alınan belediye başkanı yerine belediye meclisinin karar vermesi, yani seçim yapmasıdır. Bu yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde de bir adımdır. Başta muhalefet partileri bu konuda gereken adımları atmalıdır. Üstelik görevden alınan belediye başkanı yargılama sonucunda suçsuz bulunduğunda eski görevine geciktirilmeksizin yeniden dönmelidir.
“Kayyumlu demokrasi”nin yasal zemini gelecekte başka siyasal partilerden seçilen belediye başkanlarına da uygulanabilir. Demokratikleşme yönünde adım atılacaksa ilk olarak yerel yönetimlerde halkın iradesiyle seçilenlerin kararına saygı duyulmalı; atama yerine belediye meclisinin karar vermesini sağlayacak düzenleme gerçekleştirilmelidir. Bunlar yapılmadıkça bizler farklı siyasal iktidarlar döneminde de “kayyumlu demokrasi” konusunu konuşmaya devam ederiz. Önemli olan aynı sorunları bir kısır döngü gibi yaşamak değil, çözüm üretmektir.